Makedon (İstanbul) şehrinin yedinci kurucusunu, İstanbul surunun ve Ayasofya
binasının yapılışını bütün eski tarihçiler bu şekilde yazarlar ki; [10b] insanlığın
babası Hz. Âdem Safî yeryüzüne indikten sonra 5052 yıl geçtiğinde Madyan
oğlu Yanko'nun torunlarından Vezendon adlı şanlı bir kral
ortaya çıkarak cihana ün salıp bütün Rumeli, Frengistan, Kızılelma, Almanya,
Karaman, Yunanistan'a ve Rum denizi içindeki ve okyanusta olan bütün adalar ile
deniz kıyılarında olan bütün kalelere hükmü yürüdü. Bütün krallar
buyruğuna boyun eğdikten sonra Makedon şehrine gelip gördü ki dedesi Yanko'nun
yaptığı o eski şehir harap olmuş. Hemen o an Makedon'da konaklayıp bütün
bilgeleri, kâhinleri ve danışmanları ile danışıp bütün ülkeleri zaptetmek için
İstanbul'u tahtgâh edinmek için yapımına başladığında yeryüzünde buyruk sahibi
olan krallara haber gönderip her memleketin mimar, mühendis, yapı ustası ve
işçilerinden bir milyon adam topladı. Yapım burcu seretân (yengeç) olsun diye
tembih etti. Edirnekapı tarafında bir rasad yapıp bir minare mili üzerine
bir çan yapıp hazırladı. Uğurlu saat olunca o çanı çalıp bütün işçiler
ellerinde olan taş ve kireçleri yere bırakıp temel atmaya
hazırladı. Hudâ'nın hikmeti bir leylek bir yılan avlayıp havadan yuvasına
getirirken o yılan leyleğin gagasından kurtulup anılan rasad çanının üzerine
düşünce çan çalınıp bütün işçiler ellerinde olan taşları ve kireçleri yere
bıraktılar. Göz açıp kapayıncaya kadar surun temeli yerden bir arşın kadar
yükseldi. Bütün yıldız bilimcileri ve kâhinler, "Bre uğurlu saat
olmadı. sabredin" diye bağırdılar. Mümkün olmadı ve yapıya uğursuz
saatte başlamış oldular. Bu kale içinden veba, ateş ve askerlerin ayaklanmaları
eksik olmaz. Üçgen şeklinde temel kuruldu "Uğursuzluktan kurtulmaz, bu
diyar yine harap olur" diye üzülüp feryat ettiler.İşin sonunda bütün
işlerini takdire bırakıp bu beyt ile amel ettiler: Edemez def
sakınmağla kazâyı kimse. Bin sakınsan yine ön son olacak olsa gerek
(Evliyâ Çelebi
Seyahatnamesi, İstanbul, birinci cilt, birinci kitap sf.17-18, YKY, 2003,
Istanbul
Kum-Çakıl Karışımı/Mixture Of Sand And
Pebbles, 2012, ink on paper
"..
Mağaralara ve sakin yerlere sığınmayı yalnızca deliler istemez; aynı zamanda,
ruhlarını huzura kavuşturmak için insani faaliyetleri küçümseyenler de böyle
yerler ararlar. Dış kaygılardan bunalan zihin, bedeni istirahate ihtiyaç duyduğunda,
sakin yerlere doğru koşar. Ve burada sabahleyin erkenden uyanır; ne babanın, ne
annenin, ne karının, ne kızkardeşin, ne akrabaların, ne uşakların, ne
servetin, ne de sıkıntıya yol açan herhangi birşeyin bulunduğu hakikat âleminde
kendi başına dolaşır. Tüm kaygı nedenleri, dehşete kapılmış olarak uzakta durur
ve bu âlemin sakinlerine duydukları saygıdan ötürü yaklaşmaya cüret edemezler.
.." (Gülmeye ve Deliliğe
Dair, Hippokrates, sf 9-10, İris Yayınları, Istanbul, 1997)
Sayfiye/Banlieue, 2012, ink on paper
"...Şu meret gömleğin yırtık
cebini de nasıl gizlersin. Sol elin göğsünde mi dolaşacaksın? Gülerler adama,
Mevlevî mi Alevî midir nedir? Hem Kızılay burası, büyük olasılık bir tanıdığa
rastlamak. Ne acınır bana artık kimbilir? Başdanışman emeklisi Bay Muannit
Sahtegi. Allah Allah, yırtık cepli mintanla dolaşıyor ortalarda. Güldüm. Ye
kürküm ye'ye amma önem vermişiz. Sıkıntı kasıklarıma vurdu. Sıcak, yazdan
beter. Şaşkın. Bilmem neren açıkta değil a, bu utanma nenin nesi? Allah layığını,
beter belanı versin. Yürü, bas git eve. Yorgunum, ama inatçıyım, dolmuşa
yönelen bacaklarıma birer şedit yumruk, yön değiştirttim. Ula, ula Yukarı Ayrancı
otobüsü kalkmak üzere, attım kapağı soluk soluğa, yüksek basamağa ayağımın
tekini koymamla birlikte... lakin pantalonumun kıçında bir cırtlama oldu
galiba, hadi bakalım bir dert daha aldık mı başa, gazladı şoför, sarıldım
parlak çubuktan sarkan tepemdeki meşin askılığa, terli, kirli ellerden renk değiştirmiş,
kaygan askılıklar. Devrile, yoğrula yıkılarak insancıklar birbiri üstüne,
gidiyoruz, bastıkça acımasızca şoför..."
(Vüs'at O. Bener, Bay Muannit Sahtegi'nin Notları, YKY, 2003,
Istanbul)
Ikarus, 2012-13, ink on paper